Güncel Psikoloji

1 Nisan 2005, Cuma
UYUYAN KAHRAMANLAR

Yaşam doğduğumuz gün başlayan bir maceradır. Geştalt terapi vaklaşımına göre bu maceranın iki temel amacı vardır. Bunlardan birincisi varlığımızı sürdürmek, yani hayatta kalmak, ikincisi ise büyümek ve ilerlemektir. Başka bir deyişle insanoğlu uygun koşullar sağlandığı sürece aynı mitolojideki, tarihteki, masallardaki kahramanlar gibi her zaman daha iyiye, daha güzele, daha gelişmişe doğru yönlenme potansiyelini içinde taşır. Bir bebek dünyaya geldiği andan itibaren büyük bir merak ve cesaretle çevresine zihinsel, duygusal ve bedensel olarak tepki vermeye başlar. Sağlıklı olan her bebek hazır olduğunda yürür, konuşur, dünyayı keşfetmeye başlar. Bu sırada neşe, sevinç, heyecan, üzüntü ya da öfke yaratan pek çok durumla karşılaşır. Ancak ne yazık ki çoğu zaman anne-babası ya da diğer çevresindeki yetişkinler Onu fiziksel ya da sosyal tehlikelerden korumak adına “aman, dikkatli ol, şimdi düşeceksin, canın acıyacak”, “bak yemeğini bitirmiyorsun, ya hastalanırsan”, “yaramazlık yaparak beni çok üzüyorsun” ya da “çok ayıp, hiç öyle davranılır mı?” gibi ifadelerle veya sert tavırlarla çocuğun endişelenmesine, korkmasına, suçlanmasına ve utanmasına neden olurlar. Bu tür ifade ve tavırlara maruz kalan çocuklar ise zamanla endişelenmeyi, korkmayı, suçlanmayı ve utanmayı o kadar iyi öğrenirler ki bir yetişkin olduklarında doğuştan sahip oldukları iyiliğe, mutluluğa, özgürlüğe, yeniliğe ve başarıya yönelme potansiyeline sahip çıkamaz hale gelirler. Bir başka deyişle yaşamın ilk yıllarındaki spontan, meraklı, cesur ve yenilikleri keşfetme arzusu içinde olan “kahraman” artık aktif bir durumda değildir, “uyuyordur”.

Uyuyan kahramanlar karar vermekte çok zorluk çekerler, alışkanlıklarından vazgeçemezler ve monotonluktan kurtulamazlar. Memnun olmasalar da mevcut durum ve ilişkilerine aynı şekilde devam ederler. Kendi istek ve ihtiyaçlarının farkına varmak ve kendilerini ifade etmek yerine başkalarının onların ne yapmalarını istediğine göre davranırlar ve kendi üstlerine vazife olmayan şeylerin bile sorumluluğunu yüklenirler. Başkaları tarafından suçlansalar bile buna karşı çıkmaz, cevap vermez, açıklama yapmaz ya da açıklama istemezler. Durumun değişmesiyle karşılaşacakları olumsuzluklara odaklanırlar ve olumlu yönleri göz ardı ederler. Ne yapmaları gerektiği ile çok meşgul olduklarından, ne istedikleri sorulduğunda cevap vermekte zorlanırlar. İhtiyaçlarını farketmek, içe aldığı bilgileri sorgulamak, bunlar üzerinde düşünmek enerji ve zaman gerektirir. Ancak bu tür kişilerin bunlar için ne zamanı, ne de enerjisi vardır. İçlerindeki cesur, yaratıcı, spontan tarafın uyuyor olması nedeniyle sanki tembelleşmiş, uyuşmuş gibidirler. Yaratıcı, spontan ve sağduyulu davranamazlar. Olumsuz duygularla ve dar bir pencereden baktıkları için yaşamdaki renkleri farkedemezler.

Geştalt terapi yaklaşımına göre yaşamın amacı olan, varlığını sürdürebilmek ve heyecanla, coşkuyla, cesaretle ilerleyebilmek için öncelikle kişinin ihtiyacının farkında olması gerekir. Bazı ihtiyaçlarımız diğer insanlarla ortaktır. Örneğin herkesin yemek, içmek, uyumak gibi fiziksel ihtivaçları, ya da sevgi, ilgi, takdir görme gibi psikolojik ihtiyaçları vardır. Bazı ihtiyaçlar ise daha kişiseldir. Bazılarımız için kitap okumak, bazılarımız için spor yapmak, bazılarımız için örgü örmek bir ihtiyaçtır. Kişi, ne kadar çok ihtiyacını ne kadar kısa sürede ve kolay yoldan karşılarsa kendisini o kadar iyi ve mutlu hisseder. İhtiyaçlarımızı zamanında ve uygun biçimlerde karşılayamadığımızda ise mutsuz olmaya ve kendimizi kötü hissetmeye başlarız. Böyle zamanlarda ya kendimizi ya da çevremizi suçlarız. Ama bu suçlamalar bizi çözüme götürmez. Böyle durumlarda bizi çözüme götürecek olan ?içimizdeki kahraman”ı uyandırmaktır. İçimizdeki kahramanı uyandırabilmek için öncelikle şu sorulara cevap aranması gerekir:

a) İhtiyaçlarımı yargılıyor muyum?
Bir ihtiyacın fark edilememesindeki en önemli etken onun bir ihtiyaç olarak kabul edilmemesi, hatta “bu ne biçim ihtiyaç” şeklinde yargılanarak “gereksiz”, “saçma”, hatta “zararlı” görülmesidir. Bir ihtiyacın kabul edilememesindeki veya yargılanmasındaki en önemli neden ise içe alınan katı değer yargılarıdır. Pek çoğumuz sorgusuz sualsiz içe aldığımız bilgilere dayanarak, diğer insanların ihtiyaçlarını eleştiririz. Örneğin bizim için zayıf olmak çok önemli bir ihtiyaç ise kilolu kişileri eleştirir, onların yemek yemelerini engellemeye çalışırız. Ya da bizim için spor yapmak çok önemli ise diğer kişileri de spor yapmaları için zorlar, hatta yapmadıkları için onları aşağılayabiliriz bile. Üstelik bütün bunları da “onların iyiliği için? yaparız. Ama iyi niyetle de olsa, onlara ve onların ihtiyaçlarına saygısızlık etmiş oluruz. Oysa herkesin farklı ihtiyaçları vardır ve herkes kendi ihtiyaçlarını, kendine uygun şekillerde karşılama hakkına sahiptir.

Kuşkusuz sadece başkalarının ihtiyaçlarını yargılamakla kalmaz, kendi ihtiyaçlarımızı da yargılarız. Örneğin bazı kişiler ağlamayı bir zayıflık belirtisi olarak değerlendirdiklerinden, bir şeye üzülüp ağlama ihtiyacı içinde olsalar bile ağlamamak, üzüntülerini belli etmemek için aşırı bir çaba gösterirler. Ağlama ihtiyacının defalarca yargılanması ve bastırılması ise giderek kişinin ağlayamamasına yol açar. Hatta giderek kişinin üzüldüğünü farketmesini de engelleyebilir. Bu nedenle bazı kişiler üzüldüklerinde bunu üzüntü olarak değil, öfke olarak dışa vururlar Bazı kişiler ise aslında çok doğal olmasına rağmen cinselliğin “çok ayıp, çirkin ya da gereksiz” olduğuna inanırlar. Bu nedenle de içlerinden ya da çevrelerinden gelen cinsel uyarılar karşısında kendilerini çok kötü hissederler ve kendilerini çok kötü hissetmemek için de tüm cinsel uyarılara kendilerini kapatarak cinsel açıdan soğuk bir insan haline gelirler. Ancak içe alınan değerlere uygun olsun ya da olmasın, bir ihtiyaç belirdiğinde mutlaka uygun yollarla karşılanması gerekir, çünkü aksi takdirde en uygunsuz zaman ve biçimde (örneğin ağlama krizleri veya öfke patlamaları gibi) ortaya çıkarak bizi zor durumda bırakırlar.

Bazı durumlarda ihtiyaçların yargılanmasının nedeni kişinin ihtiyaçları ile çevresindekilerin ihtiyaçlarının birbirine uygunluk göstermemesi, yani kişinin ve çevresindekilerin ihtiyaçlarının çelişmesidir. Böyle durumlarda ?insanın kendi istediğini yapması bencilliktir?, ?insan sevdiklerini üzmemek için kendi isteklerinden vazgeçmelidir?, ?annenin-babanın isteklerine karşı gelinmez?, ?büyüklere itaat edilmelidir? gibi mesajlarla büyümüş kişiler taraflardan birinin ihtiyacından vazgeçmesi gerektiğine inanırlar ve önemli çatışmalar yaşarlar. Aslında böyle durumlarda yapılması gereken kendi ihtiyaçlarını bastırarak onlardan vazgeçmek değil, hem kendi ihtiyaçlarımıza ve hem de çatışma yaşadığımız kişilerin ihtiyaçlarına saygı duyarak ve bu ihtiyaçları anlamaya çalışarak yeni ve yaratıcı çözümler üretebilmektir.

b) İhtiyaçlarımı doğru sıralayabiliyor muyum?
Ne yazık ki insanların zamanları ve enerjileri kısıtlıdır. Ne kadar uzun yaşarsak yaşayalım, ne kadar enerjik olursak olalım yine de zamanımız ve enerjimiz sonsuz değildir. Bu nedenle de zamanımızı ve enerjimizi dikkatli kullanmamız gerekir. Bir yandan karşılanması gereken ihtiyaçlarımız, bir yandan enerji ve zaman kısıtlılığı ihtiyaçlarımızı sıraya koymamızı ve bu sıralamayı sık sık düzenlememizi zorunlu hale getirmektedir. Sıralama yaparken bir ihtiyacın bizim için taşıdığı önem ve aciliyetin yanı sıra çevresel koşulları da dikkate almamız gerekir. Eğer belli bir anda birden fazla ihtiyaç ortaya çıkarsa, kişi bunlar arasından en önemli olanı belirlemeli ve önce onu karşılamalıdır. Dolayısı ile herkesin ihtiyaç sıralaması kendine özgüdür. İyi bir sıralama yapamaz ve bu sıralamayı zaman zaman yeniden düzenleyemezsek bazı ihtiyaçlarımızı karşılama fırsatını bulamayız. Uzun süre karşılanamayan ihtiyaçlar ise bizi zorlayacak ve dengemizi bozacaktır.

c) Daha önce karşılamış olmam gerektiği halde karşılamamış olduğum ihtiyaçlarım var mı?
Kişinin daha önceden karşılamış olması gerektiği halde karşılamamış olduğu ne kadar çok ihtiyaç varsa, şimdiki ihtiyaçlarını karşılaması da o kadar zor olur. Bununla ilgili verilebilecek en iyi örneklerden biri uykusuzluk çekmektir. Kuşkusuz herkesiz her gün belli saatlerde uyumaya ve dinlenmeye ihtiyacı vardır. Ancak bazı kişiler veya bazen hepimiz dinlenmek ve rahatlamak ihtiyacı duymamıza rağmen uyuyamayız. Bunun nedeni o andaki asıl ihtiyacımızın uyumak değil, henüz karşılanmamış olan önceki bir ihtiyacın karşılanmasıdır. Karşılanmayı bekleyen bir ihtiyaç varken uykuya dalma çabaları asıl ihtiyacın bastırılmasına yol açar. Kişi o anda hangi ihtiyacını ve nasıl karşılaması gerektiğinin farkında olmadığı için çeşitli yollar dener. Örneğin bazı kişiler televizyonun karşısında uyuyakaldıklarını ama, yataklarına geçtikleri anda uykularının kaçtığını belirtirler. Kısa süreli bu tür uykular bedenin dinlenme ihtiyacını karşılamaya yönelik olsa da, uykunun devamının gelmemesi, kişinin zihninin gün boyunca yaşanmış ancak tamamlanmamış pek çok duygusal ihtiyaçla dolu olduğuna işaret eder. Kronik uykusuzluklarda ise tamamlanmayan ihtiyaç çok daha derindedir. Bu gibi durumlarda en sağlıklı yol uyumaya çalışmak yerine uyanık kalmaya çalışmak, karşılanmamış olan ihtiyacımızın ne olduğunu bulmak, sözel ifadelerle, fantezide canlandırarak veya yazarak ihtiyacımız olan duygusal boşaltımı sağlamak ve gerekiyorsa aktif bir plan yapmaktır.

d)İhtiyaçlarımın karşılanması ile ilgili kaygı duyuyor muyum?
Herkesin gelecekle ilgili pek çok fantezisi, hayali ve beklentisi vardır. Ancak bazı kişiler geleceği kontrol etme ihtiyacı içinde olduklarından bu fantezi, hayal ve beklentilerin gerçekleşme olasılığını hesaplamaktan bir türlü harekete geçemezler. Bu kişiler geleceği sürekli erteleme eğilimi içinde olurlar. ?Sonra?, ?emekli olunca?, ?çocuklar büyüyünce?, ?okullar kapanınca? gibi ertelemeler yoluyla ihtiyaçlarını karşılamayı engellerler ve yeni işlere başlayamazlar. Genellikle mükemmeliyetçi bir eğilim içinde olan bu kişiler kendi performanslarından ya da çevresel koşullardan tam olarak emin olamadıkları için aşırı bir kaygı içinde olurlar. Örneğin ?acaba bu kişi doğru kişi mi??, ?sınavda başarılı olabilecek miyim??, ?oraya gidersem eğlenebilir miyim?? gibi sorularla ne yakın bir ilişki kurma ihtiyaçlarını, ne başarılı olma ihtiyaçlarını, ne de eğlenme ihtiyaçlarını karşılayamazlar. Bu tür kaygılar henüz karşılanmaya başlanmamış ihtiyaçlarla ilgili panik ve korku yaşanmasına yol açar. Böyle bir durumdaki kişi ne harekete geçerek ihtiyaçlarını karşılama yoluna gidebilir, ne de bu ihtiyaçlarından vazgeçebilir. Bu ise sürekli bir huzursuzluk yaşanmasına yol açar.

e) Çevresel alternatiflerimi kullanabiliyor muyum?
Yeni yaşam olaylarının ve/veya ihtiyaçların ortaya çıkması halinde kişi önceki alışılmış, katı davranış biçimlerini değiştirmek ve davranış repertuarını geliştirmek zorundadır. Bir yandan eski davranışlarını sürdürme isteği, bir yandan eski davranışlarla yeni ihtiyacın karşılanamaması, kişiyi ikilemde bırakır. Bu zorluklarla başa çıkabilmek ve ihtiyaçlarını karşılayabilmek için kişinin çevresel destek alması gerekebilir. Bunun için de kişinin çevresel alternatiflerini yeniden değerlendirmesi ve geliştirmesi söz konusu olur. Dolayısı ile böyle bir durumda kalan kişi kimden, ne zaman, nasıl bir yardım isteyebileceğini araştırmak ve bulmak durumundadır.

f) Kendi ihtiyaçlarımın sorumluluğunu üstleniyor muyum?
Sağlıklı bir kişi kendi ihtiyaçlarının farkında olur, bunları kabullenir ve bu ihtiyaçlarını karşılamak üzere harekete geçer. Ancak bazı kişiler kendi ihtiyaçlarını karşılamak için çaba göstermek yerine, başkalarının onların ihtiyaçlarını karşılamasını beklerler hatta başkalarını onların ihtiyaçlarını karşılamadıkları için suçlarlar. Örneğin “ben ilk adımı atmam, hep başkalarının önce gelip benimle ilişki kurmasını beklerim”, “birisi beni kırarsa küserim, onunla konuşmam”, “tek başıma bir şeyler yapmaktan hiç hoşlanmam? gibi ifadeler kişinin kendi ihtiyaçlarını karşılama yolunda çaba göstermediğinin göstergesidirler. Benzer şekilde “eğer beni seviyorsa benim ne istediğimi ben söylemeden bilmeli ve yerine getirmelidir” ifadesini kullanan kişiler de kendi ihtiyaçlarını kendileri karşılamaktansa başkalarını bundan sorumlu tutmaya çalışmaktadırlar. Böyle durumlarda kişi kendi ihtiyaçlarını kendisi karşılamaktan kaçınarak kendisini “mağdur”, “çaresiz”, “güçsüz” bırakmakta, ama bu konumunu değiştirerek kendi ihtiyaçlarını karşılamanın sorumluluğunu üstlenmemekte ve çevresindeki kişileri suçlamakla vakit geçirmektedir.

g) İhtiyaçlarımı karşılayamamada içime aldığım hangi bilgiler rol oynuyor olabilir?
Genel olarak ihtiyaçların karşılanamamasının temelinde kişinin küçüklükten beri öğrendiği ve sorgulamadan, düşünmeden içine aldığı bilgiler yer almaktadır. Bir bebek dünyaya geldiğinde Hiçbir bilgiye sahip değildir. Başka bir değişle ne kendisi, ne insanlar, ne sosyal kurallar hakkında hiçbir fikri yoktur. Doğduğu günden itibaren önce anne-babasına ve yakın çevresindeki kişilere bakarak, onların çıkarttığı sesleri dinleyerek, kendisine ve birbirlerine nasıl dokunduklarını izleyerek, daha sonra da söylenenleri dinleyerek, kendisi, insanlar, dünya ve ilişkiler hakkında bilgi sahibi olmaya başlar. Bu bilgilerin doğru olup olmadığı başlangıçta çok önemli değildir, çünkü çocuk bu bilgileri karşılaştırma ya da araştırma gücüne sahip olmadığından, hepsini doğru olarak kabul eder ya da bir başka deyişle tüm bu bilgileri içine alır, yani yutar. Geştalt yaklaşımında buna içe alma denir. Başka bir deyişle, içe alma, çevreden gelen her türlü mesajın olduğu gibi kabul edilmesi, hiç çiğnenmeden yutulmasıdır. Çevremizdekilerden içe aldığımız mesajlar kendimizi, ilişkilerimizi ve yaşamımızı anlamlandırmada bize yol gösterici olurlar.

Geştalt yaklaşımına göre içe alınan bilgiler kişinin harekete geçmesini ve kendi ihtiyaçlarını uygun bir şekilde karşılamasını engeller. Harekete geçmenin engellenmesinin nedeni kişinin kendi istek ve ihtiyaçları ile içine aldığı bilgiler arasındaki uyuşmazlıktır. Örneğin ?erkeler aldatır? bilgisini içine almış bir kadın, erkeklerle olan ilişkilerinde sürekli şüpheci davranır ve sonuçta sıcak ve yakın bir ilişki kuramayarak büyük bir olasılıkla ilişkisinin bozulmasına neden olur. ?Bir erkeğin temel görevi işinde başarılı olmaktır? bilgisini içine almış bir erkek sürekli işini ön plana alır, ailesine ve kendisine fazla vakit ayırmaz. Oysa ister kadın, ister erkek olsun, herkes yakın ilişkiler kurmaya, sevgi ve ilgi göstermeye ihtiyaç duyar. Dolayısı ile bazı bilgileri özümsemeden, kendisine uygun bir hale getirmeden içine almış olan kişi yaşam enerjisinin bir kısmını kendi orijinal isteklerini bastrımak ve unutmak için harcamakta ve kendisiyle savaşmaktadır. İçine aldığı bilgiler kişiye bu bilgilere uygun bir şekilde davranması için öyle baskı yapar ki, kişi bu bilgilere aykırı davrandığında hatta aykırı davranmayı düşündüğünde bile rahatsızlık duyar ve ihtiyaçlarını karşılayamaz.

Özetlenecek olursa; Geştalt yaklaşımına göre insanlar kendileriyle ve çevreleriyle bütünleşerek büyüyebilmek ve mevcut potansiyellerini kullanarak, kahramanca ilerleme kapasitesine sahip olarak dünyaya gelirler. Çeşitli olumsuz yaşantılar ve duygular nedeniyle kahramanın ?uykuya dalmış? olması kişinin doğuştan getirdiği korkusuzca, özgürce ve yaratıcı biçimde yaşama gücünün yok olduğu anlamına gelmez. Terapide kişinin eski gücüne sahip çıkabilmesi için bireysel ve/veya grup uygulamalarından yararlanılır. Özellikle terapi ?sırasında? ve ?odasında? konuşulanlara değil, yaşananlara önem vermesinden ve kişiyi hem çevresiyle, hem de duygu, düşünce ve bedeniyle bir bütün olarak ele almasından dolayı Geştalt yaklaşımı kişisel büyümenin daha çabuk, daha kalıcı ve daha derin bir biçimde gerçekleşmesine olanak sağlamaktadır.

Kahramanca ve kahramanlarla birlikte… NEDEN OLMASIN?